Ekoloji Etik Hava Sürdürülebilirlik

İklim için, Şimdi!

sdsdsdsdsdsds
Sanayi devriminden 2010’lu yıllara uzanan, nüfus artışına paralel bir gelişme, büyüme ve kalkınma anlayışı tırmanıyor. Tarım ve hayvancılık ile tabiattaki tüketici rolünden üreticiliğe geçen insanlık, sanayileşmenin doğurduğu bu yeni seri üretim dünyasında koltuğu makineleşmeye devredince, bu sefer daha hızlı ve kontrolsüz bir tüketim eğilimine girdi. Yüksek talebi ve ihtiyacı doğuran bu yeni koşullar, sadece tükettikleriyle değil, oluşturduğu atık ve atmosferik kirleticilerle de mavi gezegeni tehdit ediyor. Özellikle üretimi ve sanayileşmeden kaynaklı hava kirliliği ve bu kirliliği neden olan emisyonlar, yirminci yüzyılın sonlarından günümüze ciddi bir tartışma konusunu gündeme getiriyor: İklim değişikliği. İnsan tarafından üretilen, kaynağı belli ve atmosfer tarafından doğal yollarla kompanse edilemeyen, çoğunlukla tüketimi sonucu oluşan bu emisyonlara sera gazları da diyoruz. Yeryüzünden yansıyan ışınlarının, atmosferdeki bu sera gazları tarafından tutularak gezegeni ısıtmasını ise sera etkisi olarak adlandırıyoruz. Bu gazları dünya üzerine örtülmüş büyük bir battaniye olarak da görebiliriz; tıpkı vücut sıcaklığının ortam sıcaklığına bağlı olarak düşmesini önleyen ve kaybedilen vücut ısısını bir kalkan gibi geri yansıtan bir battaniye gibi, dünyanın üzerini de bu gazlar örtmektedir. Bu gazlar arasında sülfür dioksit, metan ve diazot monoksit gibi bileşikler bulunurken karbondioksit ise en meşhur sera gazı olarak anılıyor.

Bu koşullar altında aksiyon almak bir tercihten çok, bir zorunluluk halini alıyor. Devlet politikalarını incelediğimizde AB hedefleri arasında 2050 yılında ile üretimini tamamen sonlandırma eğilimi olduğunu görüyoruz. Diğer alanlardaki fosil yakıt tüketimi ile ilgili hedeflerini ise aşağıdaki grafikten izleyebiliyoruz.*

asasasasaas

* Europe Comission Climate Action – EU 2050 Low-carbon Economy

 

Grafiğe göre AB’nin üretiminde kullanımını sonlandırdıktan sonra ulaşım, ısınma, endüstri vb. alanlardaki enerji ihtiyaçlarının tamamının elektrik enerjisi ile karşılanması hedefleri görülüyor.

İklim değişikliği ile ilgili hedeflere ilişkin en önemli gündem konularından biriyse kuşkusuz Kyoto Protokolü. Sera gazı emisyonlarının azaltılmasına yönelik hedefler belirleyen bu uluslararası antlaşma, ülkeleri gelişmişlik düzeylerine göre iki ayrı gruba ayırıyor. Gelişmiş ülkeler olarak adlandırılan kategoride bir OECD ülkesi olan Türkiye’de bulunurken, sera gazlarının küresel etkileri açısından başı çeken Çin gelişmekte olan ülkeler kategorisinde. Bu sınıflandırma gelişmiş ülkelerde tüketimi ve sera gazı emisyonlarının azaltılması konusunda daha sıkı önlemler almayı hedeflerken, gelişmekte olan ülkelerden beklenen taahhütlerin görece olarak daha gevşek olduğu söylenebilir.

Bu duruma ilk itiraz eden ülke ise, Asya ile termik santraller aracılığıyla ürettiği enerjiye dayalı bir alışverişi bulunduğu bilinen Avustralya. Avustralya bütün termik santrallerinin kapatılması durumunda dahi, gelişmekte olan ülke Çin’in Asya’ya enerji satmak amacıyla yeni termik santraller kurabileceğini ileri sürüyor. Bunu takiben Kanada ve Rusya gibi gelişmiş ülkelerde tepki ve antlaşmadan çekilme gibi bir takım sonuçlar doğuyor. Özetle, Kyoto Protokolünün iklim değişikliği üzerindeki olumlu etkileri konusunda ülkeler aynı fikirde görünmüyor denebilir.

Bütün bunlar dışında, iklim değişikliği ve sera gazı emisyonlarının azaltılması açısından gündemde olan bir başka madde ise karbon ticareti. Karbon ticaretini basit sayısal bir örnekle açıklayabiliriz: Yasal yükümlülükler gereğince bir fabrikanın üretebileceği yıllık maksimum karbon emisyonunun 10x ton olduğunu varsayalım. Eski ve temiz olmayan teknolojilere yatırım yapmış bir fabrikanın bu sınır değeri tutturamayarak yılda 12x ton karbon emisyonu saldığını, daha temiz teknolojilere yatırım yapan bir fabrikanın yıllık karbon emisyonunun ise 8x ton olduğunu düşünelim. Karbon ticaretine göre temiz teknoloji kullanan fabrika, yıl boyunca kullanmadığı 10x – 8x = 2x tonluk karbon kotasını, 12x ton karbon emisyonu salarak sınır değeri aşan fabrikaya satabilmektedir. Böylelikle temiz teknolojilere yatırım yapan fabrika bir tür ödül sistemine tabii olurken, o noktaya henüz erişemeyen fabrika satın aldığı 2x ton karbon emisyon salım hakkıyla cezai yaptırımlardan kurtulmaktadır. Ülke içinde yapılan bu karbon ticareti, gelişmekte olan ülkeler için bir çözüm olarak görülse de, ülkeler arası karbon ticareti, gelişmiş ülkelerin, gelişmekte olan ülkelere karbon kotası sattığı, ancak yıllık toplam emisyon miktarının, hiçbir surette azalmadığı bir kısır döngüye dönüşme endişelerini barındırıyor. Bu döngüyü yıkan tek faktör ise, üretilebilecek yıllık maksimum karbon emisyonu miktarının yıldan yıla düşürülmesidir. Bu durumun en nihayetinde bütün dünyayı daha temiz teknolojiler kullanmaya zorladığı göz ardı edilemez.

İklim değişikliği var mı, yok mu tartışmaları, enerji otoriteleri, sanayi patronları ve bilim insanları arasında hala devam etse de devletlerin bu tartışmaları yok sayarak -ne olursa olsun- bir iklim mücadelesi vermeye başladığı ve bir takım taahhütler altına girdiği oldukça açık. Bu önlemlerin yeterli olup olmadığı, kalkınma kavramının sürdürülebilirliğinin tartışması, başka bir tüketim modeline geçilip geçilmemesinin gerekliliğine dair yorumlar ise elbette değişken. Daha temiz bir gelecek için atılan adımları Ekolojika olarak araştırıp sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz.

Yazar hakkında

Eylül Kırbaç